20 Haziran 2014 Cuma

SİLİKON VADİSİ 'NDEKİ OKUYUCUMA ; MERHABA / Hello to my readers in Silicon Valley

Mountain View, Kaliforniya / ABD


Bu yazımı her gün beni takip eden ve uzun süre sayfamda inceleme yapan , beni çok uzaklardan ; Mountain Wiev' den okuyan sevgili okuruma ithaf ediyorum.. (This writing; every day and long-term follow me on my review makes me very far away; Mountain Wiev from reading'm dedicated to my dear readers ..)

O kadar öğrenilecek bilgi , görülecek yer var...
Bilgi , her yanımızı öyle güzel kuşatmış durum da ki..
Teknolojinin bütün kaynakları ayağımıza getirdiği bu dönemde yaşadığım için kendimi çok şanslı hissediyorum..
Evet dediğim gibi ; çok gezilecek yerler ve gezmeyi çok isteyen biri var bu satırların arkasında..
Eğer işten arta kalan zamanlarda sık seyahat edebiliyor olsam ya da işim gereği farklı şehirlere gitme olanağım olsaydı özenle hazırladığım bir gezi blogu yazmayı çok isterdim..
Ama sınırlı vaktimde gidebildiğim birbirinden çok ta farklı olmayan yerleri paylaşma gereği duymuyorum...
Sayfamda yer alan ve online nerede okunuyor olduğumu gösteren harita sayesinde böyle bir yazı yazmak geldi aklıma..
Çünkü her gün aynı yerden Mountain Wiev' den beni okuyan bir okuyucunun varlığı , burasının nasıl bir yer olduğunu öğrenme hissi uyandırdı bende..
İşte Mountain Wiev hakkında öğrendiklerim ;
Silikon Vadisi olarak adlandırılıyormuş , ilk karşıma çıkan bilgi buydu.. Kuzey Kaliforniya'daki San Francisco vadisinin bir parçası olan San Jose vadisine verilen isilikon kırmık üreticileri bu bölgede yoğun olarak üretim yaptıklarından dolayı bu adı almış..
Gezilecek yerlerine baktığımda hani bildiğimiz metropol şehirlerdeki gibi sayfalarca alternatifler çıkmıyor..
Karşıma çıkan resimler oldukça güzel ve görülmeye değer yerler olduğu hissini oluştursa da oraya gitmeden önce plan program yapmak için epey bir araştırma yapmak gerek , ben bunu anlamış oldum..
İşte bu yüzden bizzat gezip - paylaşmış bir bloger arkadaşımın seyahat izlenimlerini sizinle paylaşıp , yazımı burada noktalıyorum..

Gezilecek Yerler


"Hollywood Bulvarı: 105 W'ye doğru gidip La Cianega Bulvarı (Blv.)'na girin, dümdüz gidip yokuştan Sunset Blv.'na çıkıp hemen sağa dönün, Wendys ve In and Out Burger'i görünce soldan yukarı çıkın, sağda Hollywood Müzesi'ni görünce ilk sağa girin ve bu sokakta boş yer varsa park edin, aman kırmızı veya sarı boyalı yere koymayın. İnanılmaz masalımsı bir yer, bulvar boyu yerler ünlü yıldızların isimlerinin yer aldığı yıldızlarla dolu, Dolby Theatre, ünlülerin kılığına girmiş bahşişle fotoğraf çektiren kişiler, ünlülerin el ve ayak izleri, harika bir alışveriş merkezi, yanyana sayısız hediyelikçi, Mc donalds'ın çatısından çıkıp saati parçalamış T-rex, Hard Rock Cafe, Cantina (Mc sağınızda kalınca dümdüz yürüyün birazdan solda inanılmaz kalabalık göreceksiniz, burada da gecenin en kalabalık yeri, inanın ve buraya arabalarıyla ünlüler gelip park ediyor, fotoğraf makineleriyle halk peşlerinden aniden koşmaya başlıyor). Benim gibi gördüğünüz ilk hediyelikçiye görüntüsünden dolayı aldanıp girmeyin, fiyatlar çok değişken, caddeden uzaklaştıkça fiyatlar çok değişiyor, o an 5 dolara iki tşört bile pahalı geliyor çünkü 5 dolara 4-5 tşört satan yerler dolu. Yani kısacası ne alırsan 5 dolar dükkanı bile oldukça pahalı. (Tabi siz sakın benim gibi aynı malı 20 dolara almayın.) Gecenin ilerleyen saatlerinde 00.00'da bulvar oldukça boş kalıyor ve etrafta homelessler ile doluyor, zararsızlar, cevap vermeyin, no, thanks deyip geçin kibarca. Bulvara mutlaka haftasonu gelin, pazar günleri innaılmaz kalabalık, ayrıca akşam üzeri olan otobüs gezi turları 25 dolara kadar iniyor, hava iyise ve akşam görmeyi istiyorsanız, fotoğrafa aldırış etmiyorsanız tercih sizin, gün içindekiler 100 dolara kadar çıkıyor. Burada ucuz bir otel bulmak imkansız, iğrenç hostellerin fiyatı 60 dolardan başlıyor, önermiyoruz. Zaten Nişantaşı gibi inanılmaz bir park sorunu var, civardaki park yerleri saati 10 dolardan başlıyor, ev önlerine ise koymak yasak anında çekici çağırıyorlar.

Dağdaki "Hollywood" yazısı: 101'den gideceksiniz ve ileride solda karşınıza çıkacak. Kırmızı ışıkta çekebildiğiniz kadar çekin derim, yaklaştıkça kayboluyor. Yanına çok yaklaşmadık çünkü dağa tırmanmak gerekiyordu uğraşmadık, zoom yapın yeter :) Hollywood'ta ayrıca inanılmaz büyük bir binada Scientology Tarikatı'nın binasını görünce şok olacaksınız ve aklınıza Tom Cruise gelecek. Adamlar tarikat için muazzam bnalardan oluşan bir alan yapmış ağzım açık kaldı, yarım saat kendime gelemedim, kısacası iyi çalışıyorlar. 


West Hollywood: La Cianega Bulvarı'ndan Sunset Bulvarı'na doğru gidip sağdaki Santa Monica Bulvarı yerine sola dönüp dümdüz giderseniz birazdan West Hollywood'un yan yana gece klüpleri ve barların bulunduğu en çılgın caddesine varırsınız. Gay nüfusunun en çok yaşadığı yer, bütün mağazalar, barlar, gece klüpleri buna göre düzenlenmiş. Erkekler strptiz yapıyor, mağazalarda onlara özel çılgın kıyafetler satılıyor, sokaklarda Huysuz Virjin'ler dolaşıyor, gerçekten çok renkli bir yer. Buradaki Cantina süper ve açık terasa sahip, tavsiye edilir, ayrıca Cantina'nın terasında sadece küloduyla oturan gay abimize selam ederiz.

Sunset Bulvarı: La Cianega Bulvarı'ndan dümdüz gidip yokuşu çıkınca hemen sağa dönün. Gece 19.00-01.30 arası kalabalık. Buradaki tavsiyem 4 dolara rodeo yapılabilen ve inanılmaz kalabalık, kaliteli ve renkli olan mekan, biralar 5 dolardan başlıyor. Dış mimarisinden hemen tanıyacaksınız, dışında balkonlarında atlar, mankenler olacak, ahşap ağırılklı bir yer, dediğim yerden sağa döndüğünüzde yani siz Sunset Bulvarı'nda ilerlerken solunuzda kalacak. Gece boyu içki yudumlayıp patates yerken rodeo yapan kız ve erkekleri izlemek çok zevkli, düşenler ve düşmemeyi başaranlar gecenize zevk katacak, sevgilinizle kim düşecek kim düşmeyecek diye aranzda bahse girmek daha da zevkli oluyor. Bu arada anladım ki gaylar rodeoda çok başarılı, Fatih Ürek gibi kıvrılıyorlar vallahi..

Santa MonicaLa Cianega Bulvarı'ndan sağa dönünce 3. Cadde'ye (Third Street, 3th St.) doğru gitmelisiniz. Santa Monica'nın en güzel yeri 3. Cadde'dir, küçük bir Beyoğlu gibidir. Haftasonu gündüz gidilmelidir, 01.30' a kadar mekanlar doludur. Yankee Doodle, karşısındaki rengarenk kanepeli mekan Barneys ve Cantina yemek ve içki için en güzel yerlerdir. Yankee'de mutlaka cips ve salsa sos isteyin, bu rengarenk cipse bayılacaksınız. 4,5 bardak bira içeren picher denilen sürahiyi de alınca keyfinize diyecek yok.. Mekanın içindeki cam kenarını tercih edip dışarıyı, güzel alevli ısıtıcıları seyredin derim, serin havadan da etkilenmezsiniz. Santa Monica'da Guess, GAP, Diesel, Abercrombie, Apple, Zara, Mango, Desiguel, Armani Exange, Mc donalds, Subway gibi markalar yer alıyor. Femame adlı küçük markette yok yok, burada 10 adet nefis nugget 2 dolar. Cadde üstünde pekçok küçük tezgah göreceksiniz şapka, takı, magnet, tşört.. satan. Bu satıcıların hepsi Türk, o yüzden dikkatli konuşun. Cadde boyunca şon yapan kişileri göreceksiniz. Şarkı söyleyenleri enstrüman çalanlar, kaykay yapıp türlü numaralarını gösteren zeki köpekler, oryantel yapan siyahi kadınlar, masalarda 5 dolara palmiye falı bakan garip kadınlar, hayvan haklarını savunanlar.. En zevklisi ise rengarenk kanepeli Barneys Cafe'de içkinizi yudumlayıp patates kızartmanızı yerken karşınızdaki müzisyenin güzel şarkılar çalması, sevgilinizin arkasında o anda enfes palmiyelerin başrolü üstlendiği pembe bir günbatımı, ılık harika bir hava ve garsonun fotoğraf makinenizle bu anı ölümsüzleştirmesidir. Santa Monica'nın 3. Cadde'si sonunda solunuzda Desiguel mağazasını görünce karşınıza dev bir alışveriş merkezi çıkacak, arabanızı gün boyu buraya parkedebilirsiniz, ilk 90 dakikası bedava sonraki saatler 1 ve 1,5 dolar diye artıyor. Size tavsiyem 90 dakika sonrası alıp Brodway Blv'ndan 2. sola dönüp 2 saat araç koyma izni olan saati 1 veya 2 dolarlık yerlere parkedin, akşam 18.00'den sonrası bedava.. Ama unutmayın, burada inanılmaz bir kontrol var, 18.00'e kadar vakit varsa mutlaka para atıp öyle gidin. 3. Cadde'de magnetler 5 dolar ve çok güzel magnetler yok, en güzelleri Venice Beach'te..


Venice Beach: Şimdi size nasıl anlatayım ki burayı, anlatılmaz yaşanır burası için söylenmiş sanki.. Bir yer var ki, okyanus kıyısında bir plaj, gençler sörf tahtalarıyla koşuşturuyor, arka kısmında sıra sıra upuzun palmiyeler rüzgarla dans ediyor, palmiyelerin arkasında her türlü sokak satıcısı, müzisyen, sanatçı hünerini gösteriyor, satış yapıyor, onların önündeki kalabalık içinde herkes ise kaykay ve bisikletle gidenler, köpeğini gezdirenler, koşanlar, dondurmasını yiyenler, muhteşem mini şortlu kızlar, onların ardında ise binbir çeşit magnet, mayo, tşört ve türevlerini satan hediyelikçiler ile yanlarındaki harika kafeler.. Bir kafe var ki, hayatımın en güzel kafesi, güneşin batışında siz sevgilinizle bira patates yaparken önünüzdeki müzisyen  de piyanosunu atmış kafenin önündeki yola, üzerinde İran kedisi dinlerken o çalıyor, o çaldıkça turistler hayran kalıyor. Size tavsiyem buraya 14.00 gibi gelin tabi başınızda şapka şart, sahildeki bisikletçiden saati 6 dolara el freni olan bisiklet kiralayın (çoğu kontrapedal), sonra sağa doğru gidip bisiklet-kaykay-koşu yoluna girin, burası dar ama inanılmaz bir yol, bunu mutlaka yapmalısınız. Gidiş-dönüş çift yön ve aşırı hız yapmayın, keskin virajlar var, yerler kumlu olabiliyor bazen ve koşanlar da oluyor. Ucundaki lunaparka kadar gidin derim hatta gidip lunaparktaki trene binip geri de dönün, bisikleti mutlaka kilitleyin ama inecekseniz, emanet sonuçta. Bisikleti kiralarken küçük bir form dolduruyorsunuz, bir kimliğinizi bırakıyorsunuz, nakit 6 doları dönüşte ödüyorsunuz, çantanız varsa sepet de isteyin, ücretsiz. Bisikleti bırakıp sonra biraz soluklanın, dükkanları gezin, magnetlere bakın, el işçiliğinin en güzel sanat ürünlerini, çılgın halk şovlarını görün. Sahildeki özel rampalı tünel gibi yerde rollerblade ve kaykayla gösteri yapanları izleyin. Buraya asla rüzgar varken gelmeyin, deve olsanız kumdan duramazsınız, ayrıca donarsınız, kum fırtınası sizi köpekbalıklarına sürükler :)  Aaah aah Venice Beach, seni çok özlüyoruz, ıngaaaaaaa! :'(


Universal Studioları: Cahuenga Bulvarı sizi oraya götürecektir, Universal City'de yer almaktadır. Amerika deyince çoğu kişinin aklına ilk burası gelir, tabi benim de.. Bence doğal çünkü sinema mezunuyum. Universal'ın biletleri biraz kazık, yıl boyu girmek üzere alırsanız 80 dolar. Biz böyle yaptık ve 2 kere geldik. Otoparkı ise gün boyu 15 dolar, bence bu otopark yerine aşağıda saati 1 dolar olan yol kenarına koyun, en az 5 saatlik para yani 5 dolar ödeyin ve yürüyerek çıkın, kesinlikle böyle yapın, yolun sağındaki kaldırımdan yürüyün, 5 dakika sonra küçük yokuşun tam sonundan içeri gireceksiniz, her yerde dinozorları görmeye başlayacaksınız zaten, çok yakın. İçeri girer girmez city walk bölümünde yer alacaksınız, burası ücretsiz girilen kısım. Birçok hediye mağazası, sinemalar, restoranlar, ünlü markalar (Guess, Hello Kitty..) burada yer alıyor. Gece için buradaki kafe ve barlar öneriliyor ve biz bir gece geldik ama çok kalabalık değildi, ışıklandırma süperdi, boş yollarında yürümek güzeldi o kadar, gündüz güzel. İçeri girince hava basıncıyla uçurulan kişileri görebilirsiniz, oldukça değişik birşey, uzayda gibi oluyorsunuz, özel bir kostüm giymeniz gerekli. King Kong tabelasını geçince Universal Studios dönen top heykelinden sağa dönünce ana girişi göreceksiniz. Asla haftasonu gitmeyin, o 70'lik ama 20'likler gibi koşuşturan Japon kafilelerine sayarsınız valla). Biz haftaiçi gitmemize rağmen oldukça sıcak olduğu için o Japonlar yine heryerde bitmişti hem de kuyrukta kucaklarında laptop ile.. Adamlar eğlenirken çalışıyor. Burada önce kuyruğa girip biletinizi alıyorsunuz, kredi kartı geçerli (bi zahmet, o paraya insan T-rex üretir). Biletinizi asla atmayın, cüzdanınızda filan saklayın, tüm yıl geçerliyse yine lazım olacak. içeri ilk girişte turnikeden geçerken parmak iziniz alınıyor, biletinizi başkası kullanamasın diye bir fişlenmediğiniz kalıyordu burada.. Ve içeridesiniz, sağa sola koşuşturan bir kalabalık, çocuklar, büyükler, cıvıl cıvıl bir karnaval ortamı. Hemen stüdyo turuna doğru koşun, dümdüz gidin yolun solundan sağda oku göreceksiniz, sonra yürüyen merdivenlerden ineceksiniz ve muazzam kuyruğa gireceksiniz, biz kuyrukta 1 saat bekledik ama değdi. Önünüze birbirine bağlı arabalar geliyor, siz hangi sıradaysanız arabada da ona oturmak zorundasınız yani 3 numaralı yıldızda bekliyorsanız 3. sıraya oturacaksınız demektir, yoksa görevliler hemen uyarıp kaldırıyor. Sıranın en önünde olmaya dikkat edin ki pencere kenarına oturun, bol fotoğraf ve King Kong - T-rex dövüşmesi için şart. Stüdyo turu biraz daha kapsamlı olabilirdi, kapalı stüdyoların tam içinden geçilebilirdi diyoruz ama yine de iyidi. Birçok ünlü filmin stüdyo binasını, ev-şehir gibi gösterilen yerlerin birebir yapılmış maketlerini görmek innaılmazdı. New York sokakları, Meksika köyü, kovboy kasabaları, Ümitsiz Ev Kadınları'nın bahçeli villaları, korku filmlerinin doğal dekorları, Jurassic Park'ın bahçesi, uçak ve araba kazalarıyla yok olan mekanlar, Hansel ve Gratel'in şekerden evleri, Sapık'ın oteli,  Hızlı ve Öfkeli'nin nasıl takla attıklarını anlatan pist ve benim için en önemlisi T-rex ile King Kong'un dövüşme anı, bu sırada karanlık bir mekana getiriliyorsunuz ve onlar dövüşürken sizin içinizde olduğunuz jip yuvarlanıyor, kenarlardan raptorlar saldırıyor, T-rex kolunuzu kapmaya çalışıyor, inanılmaz inanılmaz inanılmaz bir ortam, çıkasınız gelmiyor, bunları 3D bu şekilde yaşamak inanılmaz bir şey.. Yol boyu tüm bulvarlara ünlülerin adlarının verildiğini görüyorsunuz, Universal'a 20 yaşında basit bir kurgucu olarak giren ve burada devleşen Steven Spielberg'ten Kirk Douglas'a pek çok ünlü ismin adını yollarda görüyorsunuz. Buradan çıkınca hemen aşağı kısımda yer alan Mumya, Transformers ve Jurassic Park Ride'a gidin derim. İlk önce Mumya'ya binin, inanılmaz heyecanlı birşey, Mumya sizi kovalarken raylı trenle aşağı düşüyorsunuz, böcekleri hissediyorsunuz ve gerçekten korkudan çığlık atabiliyorsunuz, yani sırf sizin olduğunuz platform hareket etmiyor ayrıca bu bir roller coster treni, ve oldukça gerçekçi yaşıyorsunuz. Mideniz bulanmadıysa buradan çıkıp Transformers'a geçin, bu sefer şehir içinde bir kovalamaca yaşayacaksınız ama mumya kadar heyecanlı olmayacak, tek güzelliği ateş topunun sıcaklığını hissedeceksiniz, üzerinize kurşunlar yağacak, inanılmaz şeyler hissedeceksiniz, robotlar ile konuşacaksınız. Mumya çıkışı mideniz bulandıysa Transformers öncesi Jurassic Park Ride'a gidin, burada genişçe bir sandala binip su üzerinde açık havada ilerliyorsunuz, içiniz ferahlıyor, şırıl şırıl küçük dinocuklar size şaka yapıp ağızlarıyla su püskürtoyorlar, arada Raptorlar çıkıyor filan ama kıtlamıyorlar. Oldukça neşeli geçiyor ve kısa yokuşlardan iniliyor ama gelin görün ki gözünüz hep onu arıyor :) Nerede bu, koymamışlar mı, ama olmaz ki derken 90 derece bir yokuştan yavaş yavaş çıkıyor sandal ve karanlık bir tünele giriyorsunuz, gerisini anlatmayacağım, önümdeki dede kaplten gidiyordu, sinamacı ben bile bu kadarını beklemiyordum, iki şok sizi bekliyor kısacası muhahaha :D O yokuşu çıkarken fotoğraf makinelerini kapatıp çantaya atın derim yoksa korkudan suya atıverirsiniz vallahi :D Bu arada mutlaka ortalara oturun, kenarlardakiler bayağı ıslanıyor, artık altlarına kaçıranlar da su sayesinde kamufle oluyor.

 

Çıkışta ekranlardan tipinizin ne hale geldiğini görüp fotoğrafınızı kazık fiyata satın alabilirsiniz, ekrandan fotoğrafınızı çekmeye çalışmayın görevliler bu numaraya kanmıyor :) Of şu anda orada olmak için neler vermezdim, ıngaaaa :'(  Sonra çıkışta diğer koca dino maketleriyle ve muazzam Jurassic Park kapısıyla fotoğraf çekip yürüyen merdivenlerle tekrar yukarı çıkın, istikamet The Simpsons. The Simpsons da Mumya ve Transformers benzeri, biraz çocuklar için gibi yapılmışa benziyor dıştan ama asla değil, mutlaka binmelisiniz, inanılmaz rahatlayacaksınız, onlarla beraber gölde yüzüp, bebek Simpson'un boğazından içeri kadar gireceksiniz, lunaparkta Simpson ailesi ile roller costera bineceksiniz daha ne diyeyim. Ve Mumya kadar korkutucu olmaması güzel. Bu sırada asla fotoğraf çekmeyin, Simpsonlarda sizi sürekli uyarıyorlar, radyoaktif açıdan çok önemli. Önce sizi kısa bir süre bir odada bekletip sonra trene alıyorlar, beklemeye değer. Çıkışta Simpson ailesi kuklalarıyla ücretsiz fotoğraf çekilebilirsiniz. Ve asıl bomba, görebileceğiniz en muazzam korku tüneli; Horror House.. Buraya girmezseniz çok şey kaçırırsınız, inanılmaaaaaaaz! Bu sefer raylı bir sisteme binmiyorsunuz, kendiniz yürüyorsunuz, inanılmaz uzun ve çok zekice hazırlanmış bir yer. Çocukluğunuzdan beri ne kadar suratsız, kanlı, yaratık, katil, şebelek korkunç tip varsa hepsi buraya toplanmış, korku filmlerindeki tüm ünlü karakterler burada.. Ama asıl önemlisi ise bunlar plastik heykel filan değil, öyle 2 tane cansız kurukafa çıkan, bir böcek sarkan lunaparktaki korku tünellerinden sanmayın asla, Mumya sizi kovalayıp sarıldığında, katiller satırla saldırdığında, Çaki fırladığında ah dediydi bu blog yazarı demeyi bırakın ve canınızı kurtarın, kısacası anı yaşayın, eğlenin ve korkun biraz.. Tek sıra yürüyorduk ve Mumya sarıldığında öndeki 20 yaşlarındaki sarışın kız ağlayarak kriz geçirmeye başladı düşünün artık. Benim gibi böcek fobisi olanlara zaten hiç bitmeyen ayrı bir güzellik var Allah onun bin belasını tövbe estafurullah.. Bu arada korku tünelinde bir Türk olarak zekamı kullandım ve baktım olmayacak, dört bir yandan saldırıya uğruyoruz,  Recep İvedik'in psikoloğuna yaptığı tarz elle Turkish joke yapmaya karar verdim, eli satırlı amca ve kurtadam kalakaldı, işte o anda millet koptu :D Of ne eğlenceliydi, harbiden çocukluk korkularınıza geri dönüyorsunuz ve o anda korkuyorsunuz, eğleniyorsunuz, hiç çekinmeden girin derim, hatta çoğu zaman benim gibi önden ilk giden olursanız benim gibi yere eğilin derim ama o bastıbacak Çaki yerden daha iyi yaklaşıyor :D Universal'da başka nasıl aktiviteler var derseniz; filmlerdeki bazı sahnelerin nasıl çekildiği anlatılan seyircilerin katılımıyla daha da komik hale gelen kapalı salonda yapılan canlı şovlar, filmlerde oynayan ünlü hayvan oyuncuların kapalı salon şovları, waterland, Jazcı Kardeşler (Blues Brothers)'in açık havada canlandırlması ile yapılan güzel müzikal, film ve çizgi film kahramanlarının canlandırılmış kukla hallerinin fotoğraf çektirmeniz için dolaşmaları (Drakula, Scobby Doo, Wooddy Wood, Simpsonlar, Marlyn Monroe, Transformers, Lucy..), asılı kocaman bir Jaws, anlam veremediğimiz Shreek aktivitesi,  çocuklar için birçok aktivite.. Etrafta ayrıca birçok restorani kafe, bar, karnaval oyunları, filmlerden dekorlar, her sokağın farklı bir filme veya döneme göre düzenlenmiş olması gibi hoş ayrıntılar var (Fransız Sokağı, İtalyan Sokağı, İngiliz Sokağı, 1960'lar..) Kısacası Universal City'de çok eğleneceksiniz ve herkesin kendine göre bulacağı birşeyler var. Yedek foto şarjı ile gidin, yetmeyebilir. Çıkışta rodeolu kafenin bir şubesi burada bulunmakta orada  bira ve rodeo eşliğinde eğlenmeye devam edebilirsiniz. 

Beverly Hills: Dünyanın en pahalı caddesi, en lüks caddesi, en ihtişamlı caddesi.. Yürürken bile kendinizi ne hikmetse özel hissettiren yer. Yan yana, karşılıklı en lüks markalar, şık giyimli insanlar, alışveriş poşetleriyle lüks arabalarına inip binen kişiler.. Bijon, Armani, Louis Vitton, Dolce Gabanna, Ferre, Chanel, Gucci, Prada, Guess, Michael Kors, Bebe, Porche Design.. bunlardan sadece bazıları unuttuğum dolu var. Tek kötülüğü akşam 19.00'da tüm mağazalar kapanıyor ve bu kadar turistik bir açıkhava alışveriş yeri bomboş kalıyor, şaşırıyorsunuz. Burada fazla yemek alternatifi de yok, öyle Mc gibi ucuz yer aramayın. Size burada şubesi bulunan Cheesecake Factory'yi önerebilirim, oldukça kalabalık oluyor. Beverly Hills'te arabanızı nereye mi koyacaksınız? Beverly Hills'ten dümdüz geçip meşhur Rodeo Drive'ı da geçince karşınızda sağ tarafında kocaman Beverly Hills yazan bir park, solunda ise yemyeşil palmiyelerle ve diğer bitkilerle kaplı bir başka bulvar ve karşılıklı lüks evler göreceksiniz, işte buralara arabanızı koyabilirsiniz.


Redondo Beach: Bir haftasonu akşamı ve gecesi burada geçebilir. Bir tarafında Tarabya-Kalamış karışımı okyanus kenarı marinası ve ağır restoranları var. En hareketli yeri ise Cheesecake Factory gibi gözüküyordu, gündüz güzel fotoğraflar çıkabilir ama asıl güzel yeri buradan dümdüz C. Factory'yi solunuza alıp gidin, ıssız yoldan sonra Beyoğlu gibi kalabalık biryere geleceksiniz, Ortaköy'den bile daha küçük ama tüm gece klüpleri ve gençlik burada. Yine bir iskele mevcut. Yan yana çok güzel üç tane küçük gece klübü bulunmakta, içeriye giriş 5 dolar ve inanılmaz uzun kuyruklar oluşmakta, buralar unutmayın ki gece 01.30 da kapanıyor (Biz bilmeden 5'er dolar verip kuyrukta bekleyip girdik,  20 dak sonra kapandılar, içki de içemeden döndük.) Kimse sokakta içki içmiyor, polis sürekli kontrol ediyor. Yalnız içip içip sapıtan Amerikalı genç erkeklerden uzak durun, gözümüzle gördük yanında sevgilisi olan bir erkeğin göğüslerini taciz edenini gördük. Kısacası yan yana dolu kafe, bar, restoran var ama buradaki kişiler biraz cıvıtık geldi. Parkyeri bulmak zor, çok kalabalık, çıkışta alkollü yola fırlayan yayaları aman ezmeyin. 

Manhattan Beach: Günbatımını buradaki iskelede veya kafelerde izlemek çok keyifli.. Oldukça nezih bir yer, mutlaka gidin derim. Yan yana dizilmiş güzel manzaralı kafe ve restoranlar çok hoş. Arabanızı önünüze parkedebiliyorsunuz. Burada ayrıca çok meşhur bir cupcake, dondurma, çikolata satan yer var, köşebaşında ve inanılmaz kalabalık oluyor. Yolda devamlı ikram yapılıyor, cupcakelerin görselliği karşısında şaşıracaksınız, mücevher gibiler. Bizim tavsiye ettiğimiz kafe ise buranın tam karşısında yer almakta. 

Downtown: Maslak, Levent, Beşiktaş, Laleli karışımı biryer. Heryer gökdelen.. Yorumlarda sakın burada kalmayın ve gece dolaşmayın diyordu, son zamanlarda düzelmesine rağmen kötü ve tehlikeli diyorlardı ama çok da meşhurdu, Mustang'imizin üstü açıkken buraya gittik. Öğlen vakitleriydi, heryer kalabalıktı. Takım elbieli işadamları, siyahi sokak çalgıcıları, size yiyecekmiş gibi süzen hispanik diye anılan Meksikalı, Güney Amerikalı inanılmaz garip tipler, neler neler.. Arabayla tren garına doğru giderken ışıklarda durmak zorunda kaldık, güpegündüz yüzlerce siyahi yerlerde yatıyordu, çoğu homelessti, uzak olmamıza rağmen neredeyse arabayı parçalayacaklardı, bakışları buydu yani, hemen uzaklaştık tabi, biraz ıssız yerler. Arabayı günlüğü 5 dolar olan açık bir otoparka koyduk, buradaki tiplere güvenilmezdi, Allah muhafaza emanet araba.. Sonra daha kalabalık olan, hispanik kaynayan sokaklarda yürüdük. Buralarda tek başına bayansanız pek yürünmez, ayrıca çiftseniz bile akşam namazı ile birlikte yani 17.00'den sonra burada olmamanız hayrınızadır. çok şükür bir gasp filan yaşamadık ama gün boyu irkildik, bakışlar beynimizi yedi. Yine de binalar çok ihtişamlıydı, özellikle arabayla yanında geçilen pasparlak Disney binası çok etkileyici. Downtown'dan kısacası arabayla geçmek kafidir. 

Marina Del Rey: Yine güzel ve ağır bir liman bölgesi, çok güzel fotoğraflar çekilebilir, Redondo'dan daha güzel, elit ve değişik çünkü yakınında göl, etrafını Amsterdam evleri gibi çevrelemiş renkli evler, şirin yeşilbaş ördekler, rüzgarda yelkenlilerin yarıştığı okyanus kenarı, foklar, daha değişik bir bisiklet parkuru, marinada sayısız tekne, göl kenarı yürüyüş yeri var. Killer adlı yakındaki güzel restoran değişik bir konsepte sahip. 

China Town: Korea Town'dan tarif alıp gitmemize rağmen bulamadık, ejderhaları merak ediyordum ama nasip kısmet, Alemeda'dan bir bulamadık şurayı, amaaan, kedi köpek yiyen insanların mahallesini napayım ben, başlarına çalsınlar. (Bulamama sendromu ve hayvanseverlik)

Culver City: Sony Pictures, Kirk Dougles Theatre, City Hall (Superman'in çekildiği yer) burada yer alır. Sinemaya meraklıysanız hiç değilse arabayla önünden geçmenizde fayda var, nasıl gidilir diyorsanız Venice Bulvarı'nın tam tersi sağ istikamette. Ayrıca buradaki çinili mavi camiye bayılacaksınız, çok şirin. 

Westwood: Gittik de ne oldu, tavsiye etmem. UCLA (University of California Los Angeles)' nın bulunduğu yer, çok matahmış gibi de etraftaki tüm hediyelikçilerde bu üniversitenin ürünleri satılıyor sadece, Hello Kitty bile UCLA'lı olmuş yani, etrafı güzel değil, sadece öğrenciler, fastfoodçular ve sinemalar var, öğrencilere göre düzenlenmiş bir yer, kaldı ki etrafta öğrenci de yok, olanların da civardan haberi yok, ineklemekten veya çok içmekten beyinleri sulanmış olabilir, bilmiyorum, yollar çok boş, mekan da güzel değil, vakit kaybı..

Pacific Highway ve Malibu : Mustang'in üzerini açıp 1 numaralı Pasific Highway adlı sahil yolundan elektronik müziklerinizi açıp gidin derim. Muhteşem bir manzara ve siz.. Malibu'da Steven Spielberg ve pek çok ünlünün malikanesi bulunmaktadır. Tabi bu evlerin çoğunu göremeyeceksiniz ama olsun. Malibu Beach ise fotoğraf için uygun ama gidilmese de olur, çok sakin bir yer. Zuma Beach'te ise hiçbirşey yok ve üstüne paralı. Yol boyu gidin, arada durup foto çekip geri dönün yeterli derim, zaten yol yeterine uzun.

Grifith Park: Grifith deyince biz sinemacılar için akan sular durur, kendisi kurguyu bulan kişidir. Tam da yerinde, Holyywood'ta, Hollywood yazısı önünde kendi adına bir park vardır, parkın içinde gözlem evi ve Los Angeles Hayvanat Bahçesi bulunmaktadır. Pazar günleri için kısa ve iyi bir alternatif olabilir.

Inglewood: Otelde kalmak için en güzel yer, ucuz, sakin, tüm ihtiyaçlarınızı giderebilirsiniz, çok merkezi, havalimanı, araç kiralama şirketleri, marketler, tüm anayolların girişleri yanıbaşınızda.. Yazının başından beri diyorum, mutlaka burada kalın, hem ucuz hem güvenli, bana güvenin.

Magic Mountain Six Flags: Dünyanın en hızlı rollercosterı, en dik ve hızlı kulesi burada yer alıyor, girişi 50 dolar, biz kalplerimizden korkup gitmedik, biraz içimizde kaldı, 3 gün öncesinden netten bilet alınca 40 dolar, oteldeki indirim kuponlarıyla gidip kapıda almak 45 dolar.

Disneyland: Giriş 100 dolar, Paris'tekine 30 euroya girerim daha iyi, Universal yeter derim. 

Pasadena: Çok gezmedik ama fazla beğenmedik, gidilmese de olur. Güzel bir kilisesi var o kadar, onun dışında yaşamak için huzurlu, sessiz bir yer, gece yolları inanılmaz karanlık, ev aralarındaki yollarda anayolu ararken kaybolmamak imkansız. Ayrıca çok uzak bir yer, tavsiye etmiyorum. ama 1 Ocak'ta buradaysanız gidin, dünyanın birçok gülü buraya getirilip o tarihte geçit töreni yapılıyormuş. Yılmaz Morgül ve mahsun Kırmızıgül de geliyor mudur acaba? :p

Korea Town: Sakın gitmeyin. Maslak gibi bir yer, heryer gökdelen, sadece iş mekanı, 17.00'de heryer kapanıyor, boşuna vakit kaybı,  ayrıca 3. sınıf bir yer..


Santa Anita Park: Tüm at yarışı severlerin gitmesi gereken bir yer. Avrupa'daki (Fransa) hipodromlar bile yanında sönük kalır (Tabi Dubai'yi bilmem orası süper gözüküyor.). Biz Breaders Cup'a yetişemedik ama benzer bir gün yaşadık diyebilirim. Santa Anita'nın açılış gününe gittik. Otopark 4 dolar, girişte camlardan insanlar birbirlerine bedava otopark giriş fişi uzatıyor mutlaka alın. Kişi başı giriş 5 dolar. Bültenler ayrıca içeride  2.50 dolara satılıyor ve el kitapçığı gibi, içinde o günkü tüm Amerika yarışları yer alıyor, oldukça kalın. Burası tam bir karnaval havasıydı, ailece gelenler, çimlerde piknik yapanlar, şapkalarıyla endam eyleyen zarif bayanlar, kızarmış tavuk patates biralarıyla ve isimlerinin yazılı olduğu sıralarda ilkokul çocukları gibi oturan 50-70 yaş aralığındaki yarış tutkunları, tek başına gelip oynayan bayanlar, limuzinler, atların çektiği köpekler, kampanyalar, tüm günün yarışlarının gösterildiği yüzlerce ekran ve değişmez yırtılan kuponlar... Çıkışta Sea Biscuit adlı meşhur atın heykelini ve duvarda kazılı adını göreceksiniz. Ben bir atın showuna 50 dolar bastım geldi (ilk üçe girmesi oyunu) ve bir de sıralı ikili buldum, daha ne olsun, tüm masrafı çıkarmıştım. 

Hollywood Park Casino: Otelimizin dibinde ve adı meşhur diye gündüz gittik ama bence zaman kaybı. Zaten Los Angeles içinde rulet yasak, casinoda da ne rulet var, ne de slot makineleri. Kahvehane gibi bir ortam düşünün, fazla ses, müzik yok, renkler bir garip pastel tonu soluk ve herkes birazdan polis baskın yapacakmış gibi tedirgin canlı kağıt oyunları oynuyor, yemek yiyor. Ayrıca daha da beteri, kumarhane her oyun başına sizden yaklaşık 2 dolar kesiyor, bu asla Las Vegas'ta yok. Ayrıca özel kısmında boks müsabakaları düzenleniyor. Hiç tavsiye etmiyorum. Hollywood Park at yarışları ise hemen dibinde gerçekleşiyor, içinden geçiş var, yan yanalar. Girişte sincaplar sizi karşılıyor. Giriş en ucuz 10 dolar. Ayrıca birer bülten de dahil ama burası da zaman kaybı. Yakın ama asla Santa Anita Park gibi kalabalık ve kaliteli değil, üstelik herşey daha da pahalı, bir küçük bardak bira bile 7 dolardan başlıyor, giriş de daha pahalı, anlam veremedik, sakın gitmeyin derim. 

Alışveriş:  Beverly Center,  Beverly Hills, Rodeo Drive, Venice Beach.. En önemli alışveriş yerleridir. 

Las Vegas:

San Diego:

San Francisco:
San Diego

Las Vegas


San Francisco
Amerika hakkındaki fikrim:  Gittim gördüm, sevgilimin hep dediği gibi hakkında fikirlerim bayağı değişti, insanlar küçüklükten itibaren çok saygılı eğitiliyorlar. Karşıdaki insana saygı herşeyden önemli. Bu sizi en etkileyen şey oluyor. En basit veya en pahalı bir mağazaya girseniz, sadece birşeye bakıp çıksanız da değişen şey yok, sizi inanılmaz güleryüzlü karşılayıp ilgileniyorlar, hemen nasıl olduğunuzu, gününüzün nasıl geçtiğini soruyorlar, marketteki kasiyerlere kadar böyle, yapmacıklık, bezginlik görmüyorsunuz. Herkes işini seviyor çünkü herkes karşılığını alıyor. Herkes kendine vakit ayırmasını biliyor. Spor yapmak, aileyle ilgilenmek, köpeği dolaştırmak, bahçeyi görsel ve düzenli tutmak çok önemli. Bütün karayolları çok ama çok düzenli, en kötü bölge bile düzenli, boş geçilmemiş, devlet değer vermiş, burası Tarlabaşı uğraşılmaz dememiş, insana değer verilmiş. Benim için en kötü yanı sokaklarda hiç kedi ve köpek yok, Avrupa gibi bu konuda çok sertler. Hepsi barınaklarda ölümü bekliyorlar, her hafta yenileri öldürülüyor, bu çok acı, ve umarım bizim devletimiz de bunu dikkate almaz ve 5199 kanununu onaylamaz. Sonuç olarak Amerika, California, Los Angeles deyince aklınızda düzen, saygı, güzel evler, Mc, taco, outletler, muhteşem güneş batışı, inanılmaz uzun türdeki (Mexican Fann Palm Tree) enfes palmiyeler, Venice Beach aklınızda kalan şeyler oluyor. Las Vegas deyince çılgınlık, ışıltı, kumar, gece hayatı, San Diego deyince de 5. Cadde.. Kısacası mutlaka gidin derim, palmiyeleri çook özlediiim.."
                                                                                                                                             ALINTIDIR.


19 Haziran 2014 Perşembe

ÇOK ÖZEL..


Blogumu açalı sanırım bir ayı geçti...
Her şey tahmin ettiğimden de hızlı gelişti...
Sadece amacı ' yazmak ' olan biri için sayfamın sağ üst kösesinde görüyor olduğunuz takipçi sayısı hiç te beklediğim bir durum değildi..
Demek ki böyle oluyormuş..
Okuyan birilerinin varlığını hissetmek , daha fazla yazabilmek için çok güçlü bir istek uyandırıyormuş insanın içinde..
Ama keşke ' sessiz ' olmasa okuyucularım..
Varlıklarından emin olduklarım ;
Evet sen ...
Şuan da değerli vaktinin bir kısmını şu anda bana ayırıp , yazdıklarımı okuyan sevgili okuyucum ;
Sen orada , ekranının başında ya da telefonunda ...hangisi bilemiyorum..
Ama işte sen orada ; şuanda yazdıklarımın tam karşısında beni okumaya devam ettiğin sürece , be de yazmaya devam edeceğim..
Aklımın odalarını bir bir açacağım sana..
Ve belkide benimle hiç tanışmamış olsan da yeri gelecek en yakınımdan dahi yakın olacaksın bana ve o kadar iyi tanıyacaksın ki ; bunu biliyorum..
Çünkü ben kendimi tanıtacağım sana ...
İşte o zaman gerçekten daha da var olacaksın benim için..ikimiz için..
Tüm bunları neden mi yazıyorum ???
Çünkü ; orada olduğunu biliyorum...




İSTANBUL ' DA YAŞAMAYI UNUTMAK...


Çok seviyorum şehrimi..
Doğup - büyüdüğüm , her büyüdüğümde biraz daha keşfettiğim , gezmekle bitiremediğim bu güzel İstanbul!u...

Hakkını vererek yaşayanlar da var bu şehirde , yaşamaya çalışıp , başaramayanlar da..
Nefes alıp vermek - burada çalışmak değil benim yaşamak kavramımda...
Bir turist gibi ya da bir ev sahibinin evinde davrandığı gibi rahat , her yerine  hakim..fazlaca içinden , hem de en derininden..
Bir yabancının , kısıtlı zamanda gelenlerin bile gidip, bizim henüz görmeye vakit bulamadığımız yerleri olan bir şehirde yaşamak değil benim bahsettiğim..
Bir şehirle bütün olmak , her semtine izini bırakmak , bir sonraki gelişinde anlılarla karşılaşmak benim bahsettiğim..
Bir turistin gördüğünden daha fazlasını görmüş olmak benim ' yaşamak ' dediğim..
İşte böyle mi yaşıyoruz biz İstanbul'u ?
Yoksa sadece gelip geçiyor ve sadece nefes mi alıyoruz içinde..???


YAŞAMAK İSTİYORUM BİR ŞEHİRDE

Yaşamak istiyorum bir şehirde..
Özgürce , delice ...
Sadece içinden geçip gitmek değil,
İçinde , en derininde..

Yaşamak istiyorum bir şehirde 
İçinde yaşadığım aşklarım olsun.
Sevişmelerim , ayrılıklarım
En acı isyanlarım olsun mavi enginliğine anlattığım
Boğaz'a bakıp ta rahatladığım..

Yaşamak istiyorum bir şehirde ,
Yaşamaya çalışmak gibi  ;
Sadece içinden geçip gitmek gibi de değil,
İçinde , en derininde..


                                 GRİ LADY

BİR PSİKİYATRİSİN GİZLİ DEFTERİ...

Psikolojiye meraklıysanız ve ruhsal hastalıklarla insan beyninin yaşatacağı ilginç ve bir o kadar korku verici deneyimleri ilgi çekici buluyorsanız bu kitabı kesinlikle tavsiye ediyorum...
Kitapta bizi karşılayan ' gerçek ' bir doktor ve ' yaşanmış vakaları ,' olduğu için şahsım adına daha okunası bir kitap olarak gördüm 'Bir Psikiyatrisin Gizli Defteri' ni ve aldım...
İyi ki de almışım...
Daha önce bu tarz bir kitap okumadığımdan mıdır yoksa zaten halihazırda Psikoloji alanına ilgimden midir bilinmez merak ederek ve heyecanla okuyorum bu kitabı..
Evet okuyorum...yanlış yazmadım ; henüz bitmesine birkaç sayfa var daha çünkü...


Bir doktorun ' doktor gibi hissetme ' yolundaki hislerini , karşılaştığı ilginç hataları , merakı ve hırsı sayesinde başarıyı nasıl yakaladığına da tanıklık ediyoruz bu kitabı okurken..
Belki de en önemlisi hiçbirimizin yaşamamasını dilediğim ancak yaşama ihtimalimizin her daim var olacağı ruhsal saplantı ve bozuklukları yakından tanıyoruz..
Kısaca ; tamamı gerçek ve bu hastaların bu rahatsızlıkları gerçekten yaşamış oldukları gerçeğini hatırlatarak okumanızı ve insan psikolojisini yakından tanımanız için kendinize bir şans vermenizi tavsiye ediyorum...

UMUDUNU KAYBETME !


Belki bir film ilham verir bize , ya da duyduğumuz bir kaç kelimelik bir cümle..
Ama önemli olan ; en tükenmiş olduğunuzu düşündüğünüz zamanlarda gelecek olan o ışığı farkedebilecek kadar güçlü olmanızdır...
Hayat uzun , her zaman mükemmel günler yaşamamız pek olası değil...
Bir çok şey gelebilir başımıza bizi üzen , çıkmazda hissettiren , çaresizliği tek seçenek olarak gösteren..
Ama mesele ne biliyor musunuz ?
Mesele ; işte böyle zamanlarda güçlü olabilmek , olumlu irade göstereceğimiz böyle zayıf anlarımızda düşüncelerimize - hislerimize hakimiyet kurabilmek...
Yok sa siz , kendisine acıyıp , birilerinin sizi kurtarmasını beklemeyi tercih edenlerden olmayı mı seçerdiniz ???
Ya da güçlü kalmayı başarıp - tek çözümün kendinize olan inancınız ışığında geleceğini bilenlerden mi ???

İŞTE TÜM BUNLARA ÖRNEK NİTELİĞİNDE BİR FİLM ; UMUDUNU KAYBETME.

Konusu :"San Francisco'da karısı Linda ve oğlu Christopher yaşayan Chris Gardner, 1981 yılında pahalı ve çabuk demode olan bir teknoloji olan kemik tarayıcı ürünlerinin satışını üstlenir. Bu ürünlerin satışında başarı sağlayamaması üzerine karısı Linda tarafından terk edilir.
Maddi kazanç sağlamak için değişik alanlara yönelen Gardner Dean Witter'dan bir yönetici ile tanışır ve bir Rubik Küpü'nü çözerek onu etkiler. Tanıştığı yeni kişi sayesinde borsada sarraf olabilmek adına bir şans yakalar. Dean Witter'da stajyer olur ve ücret almasa da programın sonunda iş ve parlak bir gelecek elde edeceğini umarak kabul eder. Parasal güvencesi olmayan Chris ve oğlu, kısa süre sonra oturdukları daireden çıkartılırlar ve düşkünler evi, otobüs durağı, tuvalet gibi geceyi geçirmek için bulabildikleri her yerde kalırlar.
Chris, babalık görevini sevgi ve özenle yerine getirmeye devam eder. Oğlunun da kendisine karşı duyduğu sevgi ve güveni karşısına çıkan engelleri aşmak için kullanır."
Oldukça duygusal bir film ,
Öncelikle bunu belirtmeliyim..
Öyle sahneler var ki içinde ; benim gibi duygusal olmayan birinin bile gözlerini yaşartıyor ise , ağlamanızın çok çok muhtemel olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim..
Film aslında öyle içimizden bir olayı anlatıyor ki , insanın ailesi için çırpınışı , güçlü kalmaya çalışması ve bir babanın küçük oğluna bakabilmesi için yapamayacağı şeyin olmayışı...
Bir evrensel mücadele anlatılıyor işte bu filmde ; bizim mücadelemiz...
Hepimizin hayatta kalabilmek için ortak amacı,geçebilme ihtimalimizin her daim var olduğu ihtimal durumlar..
Ve bir insan gerçekten isterse , nasıl oyunun berbat elini ; kendi lehine çevirebileceği...
İzlemediyseniz eğer ; mutlaka izleyin..
Mevcut şartlarınıza şükredecek ; hayata bakışınızı sorgulacaksınız...






Umudunu Kaybetme
The Pursuit of Happyness

Filmin Türkiye'de kullanılan afişi.
YönetmenGabriele Muccino
YapımcıTodd Black
Jason Blumenthal
James Lassiter
Will Smith
Steve Tisch
SenaristSteven Conrad
UyarlamaHughes Winborne
OyuncularWill Smith
Jaden Smith
Thandie Newton
Brian Howe
Dan Castellaneta
MüzikAndrea Guerra
Görüntü yönetmeniPhedon Papamichael
StüdyoRelativity Media
Overbrook Entertainment
Escape Artists
DağıtıcıColumbia Pictures
CinsiSinema filmi
TürüDramabiyografi
RenkRenkli
Çıkış tarih(ler)i15 Aralık 2006 (7 yıl, 185 gün önce)
Süre117 dakika
ÜlkeABD
Dilİngilizce
Bütçe55.000.000$
Hasılat307.077.295$

18 Haziran 2014 Çarşamba

BEN SENİ OKUMA OLASILIĞIMI SEVMİŞTİM --- OLASILIKSIZ..

Kitap okumayı hızlandırdığım dönemlerdeydi..
Kişisel gelişim kitapları ve bir kaç aşk romanından sonra biraz daha beni düşünmeye itebilecek - kurgusu iyi bir kitap okuma isteminden doğan bir karar ile almıştım Olasılıksız'ı ...
Zaten biliyorsunuzdur , bir şey almadan önce mutlaka araştırırım...
Haliyle zaten halihazırda almaya ve okumaya karar vermiştim ;  gerek çok iyi bir ilk roman yakıştırmaları , gerekse popüleritesi gerekçeleriyle ...

Gelelim  kitaba ;  gerçekten kurgu ve olay örgüsü olarak çok çok güzel...
Yapılan yorumların çok dışına çıkıp yazara haksızlık etmek istemem ama içeriği ne kadar güzel ise , anlatım hızı o kadar kötüydü..
Genellikle kitabı alıp-bitirme sürecim 1 hafta ila 10 gün arasında değişirken Olasılıksız'ı aldıktan 10 gün sonrasında kitabın henüz yarısını bile okuyamamıştım..
Ama bu %50 'lik oran her ne kadar yavaş ilerlese de bana bir çok konuda ışık tutan bilgiler verdi..
Mesela kitabın ana karakterinin karşı karşıya kaldığı sorun ; şizofreni...
Bu hastalık hakkında kulaktan dolma bilgilerden çok daha fazlasını öğrenme gereği duydum bu kitap sayesinde..

Her ne kadar başlayıp - sonunu getiremediğim nadir romanlar arasına girse de kesinlikle bu daha musait olduğum bir zamanda okumayacağım anlamına gelmiyor..
Her şeye rağmen şu da bir gerçek ki ; çoğunluğun övgüler yağdırdığı kitabı koşulsuz kabullenmek ve iyi sonuç alacağına inanmak artık yapmaktan vazgeçmem gereken alışkanlıklarımdan biri olmuş , bu kitap sayesinde bunun da farkına varmış oldum..
Kısaca ; kitaplığımda okunamayanlar yerini almış sevgili kitapçığımm OLASILIKSIZ ;
 BEN SENİ DEĞİL ; SENİ OKUMA OLASILIĞINI SEVMİŞTİM ...!

OlasılıkSız
Olasılıksız.jpg
YazarıAdam Fawer
ÇevirmenŞirin Okyayuz Yener
DiliTürkçe
TürüRoman
YayıneviApril Yayıncılık
Sayfa sayısı472
ISBNISBN 9756006056
Sonraki eserEmpati (roman)
Kitabın arkasından,
Bir sabah, yıllardır görmediğiniz bir arkadaşınızı düşünerek uyandınız. Bir saat sonra, onunla sokakta karşılaştınız. Sizce bu sadece bir tesadüf mü, yoksa çok daha farklı bir anlamı olabilir mi?
 Siz hiç Loto’da büyük ikramiyeyi kazanmadınız. Ama birileri kazanıyor. Hem de sürekli! Onlar sizden daha mı şanslılar?Şans nedir gerçekten? İçinizde bütün parayı kırmızıya yatırmanız gerektiğini söyleyen bir his var. Bu his bir öngörü müdür? Yoksa daha fazlası mı?Yolda gidiyorsunuz. Kafanızı çevirip yandaki küçük parkta baktınız ve bir anda bu anı daha önce de yaşamış olduğunuzu hissettiniz. Evet, Deja Vu. Sizce nedir Deja Vu; Geçmiş mi, rüya mi yoksa geleceği mi görüyorsunuz? Eğer siz de kontrolün kimde olduğunu merak ediyorsanız, ‘OlasılıkSız’ tam size göre bir roman…
VE BİR KAÇ ALINTI ...
Şizofren nasıl bir şey?" diye sordu Caine tedirgin şekilde. Kardeşine bunu daha önce hiç sormadığını düşündü bir yandan da. "Nasıl hissediyor insan kendini?"
Jasper omuz silkti. "Hiçbir şey oluyormuş gibi hissetmiyorsun. Yanılsamalar gerçek gibi. Doğal hatta olması gerektiği gibi. Sanki hükümetin düşüncelerini okumaya çalışması dünyanın en mantıklı ve doğal şeyiymiş gibi geliyor, ya da en yakın dosyunun seni öldürmesi falan." Bir an sustu kaldı. "Bu yüzden çok korkutucu."
Adam Fawer,  Olasılıksız(Sf.61)


"Satranç hayat gibidir David," demişti babası. "Her parçanın kendi işlevi vardır. Bazıları zayıftır, bazıları ise güçlü. Bazıları oyunun başında işe yarar, bazılarysa sonunda. Ama kazanmak için hepsini kullanmak zorundasın. Aynen hayatta olduğu gibi, satrançta da skor tutulmaz. On parçanı kaybedip, yine de kazanabilirsin oyunu. Satrancın güzelliği budur işte. İşler her an tersine dönebilir. Kazanmak için yapman gereken tek şey tahtanın üzerindeki olası hamleleri ve anlamlarını iyi bilmek ve karşındakinin ne yapacağını kestirebilmek."
Adam Fawer,  Olasılıksız(Sf.108)


Daha önce hiç silah kullanmamıştı, ama bu onu endişelendirmiyordu. Resim çekmek gibiydi bu iş. Odakla ve bas. Aralarındaki tek fark, bir Nikon kamera 9 milimetrelik bir Lorcin L gibi tepmezdi.
Adam Fawer,  Olasılıksız(Sf.101)

17 Haziran 2014 Salı

DÜNYA’NIN ÇATISI:TİBET

Bloğumda alıntılara yer vermekten hoşlanmıyor ve vermemeye de çaba sarfediyorsam da ; her konu hakkında fikir sahibi olup - bunu yorumlamanın mümkün olamayacağından dolayı çok beğendiğim bir seyahat alıntısını sizlerle paylaşmak istedim..
Özellikle benim gibi doğu-uzak doğu hakkında neredeyse 'hiç'denilebilecek kadar az bilgiye sahip olanlar için gelsin..Bilinmek üzere hali hazırda önümüze serilmiş ne kadar da çok bilgi var değil mi??
İyi okumalar dilerim..
"Ağrı Dağı’nı saymazsak ülkemizdeki onca dağın hiç birinin yüksekliği Tibet Platosu’nda yaşayan insanların bulunduğu yüksekliğe erişemiyor. Bu da şu anlama geliyor: Dünya’da en az oksijen kullanan insanlar Tibetliler.  Diğer bir deyişle yeryüzünde güneşe en yakın ülke Tibet.
Tibet deyince ilk akla dünyanın en yüksek sıradağları olan Himalayalar ve onunda en yüksek yeri olan ve adeta troposferi delip geçen Everest geliyor. Ancak yerkürenin bu en yüksek ülkesini sadece bu özelliği ile sınırlamak pek doğru olmaz. Bordo elbiseli ve kısa saçlı Budist rahipleri ve onların yaşadığı devasa ve bir o kadar da mistik özelliklerle süslü saray ve manastırları, 40 yılı aşkın bir süredir Çin’in baskısı altında yaşam mücadelesi veren iki milyon Tibetli ile sürgündeki Tibet hükümetinin tüm dünyada tanınan ve günümüzde Budizm’in en büyük rehberi olan Dalay Lama ile de adını sık duyuran bir ülke Tibet.  Bütün bunlara rağmen son on yılda  ülkenin adını dünyaya en yaygın şekilde duyuran olay  Brad Pitt’in başrolünü oynadığı “Tibet’te Yedi Yıl” filmi oldu. Benim Tibet ismiyle tanışmam ise; tek kanallı siyah beyaz televizyonların bile zor seyredildiği bir dönemde atlaslarda ülke bulma oyunu oynarken başlamıştı. 2000 yılında Nepal’e gittiğimde bu ülkeye geçmek için akla karayı seçmiş ancak Çin hükümetinden Tibet vizesi almayı başaramamıştım. Bu defa işimi şansa bırakmayıp Nepal’den Tibet’e grup götüren bir tur’a yazılınca vizeyi cebe koydum. İstanbul’dan başlayıp karayoluyla İran’ı, Pakistan’ı, Hindistan’ı ve Nepal’i gezdikten sonra Katmandu’dan ayarladığımız bir Tibetli acentenin desteğiyle dağlar bayırlar, virajlı yollardan geçerek Nepal ile Tibet sınırını birbirinden ayıran  Kodari Sınır Kapısı’na geldik.
Ertesi gün sınırın Tibet tarafında bekleyen rehberimizin bizi karşılamasıyla Tibet topraklarına girdik. Aslında Tibetliler köken olarak Moğol ırkından geliyor. Kubilay ve Cengiz Han dönemlerinde bu bölgeleri ele geçirdiklerinde yüksek platolarda hayvancılık yapmaya alışmış olan insanlar gelip bu bölgeye yerleşmişler. Fakat sonraki yüzyıllarda Çinliler yeniden güçlenince uzun süre buraları hakimiyetleri altına almışlar. Geçtiğimiz yüzyılın  başlarında İngilizler’inde desteğiyle bağımsız bir Tibet devleti kurulmuş. II.Dünya Savaşı iki kutuplu bir dünya düzeni oluşturunca Sovyetler’inde desteğini alan Çin, oldu bittiye getirerek 1959 yılına Tibet’i işgale başlamış. Bunun üzerine dönemin Hindistan başbakanı Nehru‘nun daveti üzerine Dalay Lama ile birlikte yaklaşık 80.000 Tibetli Hindistan’a geçiş yapmış ve buradan Hindistan’ın değişik yerlerine, Nepal, Bhutan ve dünyanın diğer ülkelerine mülteci olarak yerleşmişler. Dalay Lama, ve birçok Tibetli  Budist rahip ve  devlet adamı bugün Hindistan sınırları içinde yer alan Dharamsala‘da bulunuyor ve sürgün Tibet hükümeti olarak varlığını sürdürüyor.
Dünya’da en çok taraftarı bulana inanç ve öğreti olan Budizm’in iki kolu bulunuyor. Bunlardan birinin merkezi Tayland, diğeri ise Tibet’tir. Tibet Budizmi, kimi yerlerde Lamaizm olarak da adlandırılıyor. Tibetçe Lama (= öğretmen) dan doğan bu kelime, aynı zamanda bir unvan olarak da kullanılıyor.
Tibet Budizmi’nin tatbik edilen şeklinde, Buda Dharma‘nın öğrenilmesi, ahlâkî öğütler, nefisle mücadele ve meditasyon gibi içe bakış yöntemleri önemli yer tutuyor. Budistler, Nirvana olarak bilinen aydınlanmanın tüm canlıların nihaî kurtuluşu olduğunu düşünüyor.
Sınırdan içeriye girdiğimiz anda kendimizi Tibet’te değil Çin’de hissettik. Sınır kenti olan  Zhangmu’da Çinden gelmiş sınır görevlileri ve onların ailelerinden başka yaşayan kimse yok.Dört çekerlerle kendimizi Himalayalar’ın sırtlarına vurup  3750’mt’deki Nyalam kentine vardığımızda bir önceki sınır kasabasının aksine bu defa Çinliler yok oldu ve ortalık Tibetli yerlilerle doldu da derin bir nefes aldık. Dünya’nın çatısının kuzey tarafına doğru geçtiğimiz için Muson Asyası gerimizde kaldı ve yeşil alanlar sona erip çorak topraklarla karşılaşmaya başladık. Yüksek irtifa hastalığına karşı tedbir olması için geceyi bu kentte geçirdik.
Ertesi gün dünyanın en yüksek platosunda ilerleyerek ortalama 4000 metrenin üzerinde bir seviyelerde hayvancılık yapan köylülerin arasından geçerek 5120 metre yüksekliğindeki Tong-la geçidine ulaştık. Budist dua bayraklarıyla dolu bu geçitte müthiş bir rüzgar vardı ve hepimizi adeta yerimizden söküyordu. Vakit kaybetmeden bu özerk ülkenin iç kısımlarına doğru hızla yol alarak akşam üzeri 4100 metredeki Tingri kentine ulaştık.
Dağlardaki göçebe halkın ana yemeği güttükleri hayvanlar ve sapmadan oluşuyor. Akşam yemeğini zor doğa koşullarında en iyi yetişen ve ana besin kaynakları olan kavrulmuş arpa unu, sıcak su, tuz ve yak tereyağından yapılma yemekle ve çayla yaptık. Bu bölgede tüm meydan ve sokaklarda, dükkan önlerinde öbek öbek çay içen Tibetliyi görmek şaşırtıcı değil. Kırsal kesimlerde yasayan çiftçilerin bir diğer yaşam kaynağı ise bu soğuk ve dağlık bölgeye en iyi uyum sağlamış olan Yak hayvanı. Bu hayvanın eti, sütü, yağı derisi, yünü ve hatta çeşitli eşya yapılan kemiklerinden bile yararlanılıyor. Orman ve ağaçtan yoksun oldukları için tüm kırsal kesim halkı ısınmalarını yak tezeğiyle sağlıyorlar.
Ertesi gün başkent Lhasa yolundan sağa saparak kendimizi Himalayalar’ın tam kalbi olan ve yerlilerin Çamalongma dedikleri (Ana Tanrıça) Everst’e doğru vurduk. 5200 metre yükseğe çıktığımızda Everest’e gelen dağcıların tırmanmadan önce mutlaka rahiplerinden hayır duaları aldıkları ünlü Rongbuk Tapınağı’na ulaştık. Erkenden ana kampa ulaşmayı düşünüyorduk ki; gece yüksek irtifa hastalığına yakalanan bazı arkadaşımızın yaşadığı problem nedeniyle Nepal tarafını denemek amacıyla hızlı bir şekilde düşük irtifalara inmeye başladık. Bizim gibi deniz seviyesinde yaşayan insanlar için bu yükseltiler çok ciddi tehlikeler oluştururken, Himalayalar’ın eteklerinde yaşayan ve özellikle yüksek irtifaya alışmış olan şerpaların hem de bu yükseklikte maraton koşabiliyor olmaları çok takdire şayan bir durum doğrusu.
Bu coğrafyalarda bırakın ekonomik faaliyette bulunmayı, nefes almanın bile çok zor olduğu bir ülkede bu insanların tüm bu olumsuz koşullara rağmen hayata sımsıkı sarılmaları ve yüzlerinden gülümsemelerin eksik olmamaları onlara duyulan saygıyı hak ettiklerinin en önemli göstergesi olsa gerek. "
HİMALAYA DAĞLARI

EVEREST-LHOTSE-MAKALU

Rongbuk Tapınağı

ŞERPALAR

BUDA TAPINAĞI

YAK HAYVANI
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...